Ey Ahali

Burnunun üzerinde dolanan sineği eliyle savuşturdu. Gözlerini zoraki araladı. Henüz hava aydınlanmamış. Dışarı da koyunlarının sesi geliyordu. Dirseğinde geceden kalma sivrisinek kaşıntısı. Kalkmadan çadırına göz gezdirdi. Burnuna keskin tezek kokuları gelirken gözleri Sara’yı aradı.

“Offf nerdesin kadın” dedi içinden.

“Zaten bi işe de yaramıyorsun” diyerek kalktı kirli yatağından. Yatağını toplamadan çadırın dibine doğru gitti. Bir tas aldı eline. Esnedi ve çadırın yarım aralanmış yırtık tarafına doğru ilerledi. Kafasını dışarı uzatıp gökyüzüne baktı. Hava bulutsuz.

“Kahretsin. Bugün de yağmur yağmayacak!” Dedi. Yine hayvanları kuruyan dereye götürecek. Çamur içecekler yine. Yavaş yavaş kuyunun başına giderken karısına baktı. Zaten babaları birdi. Kanı bozulmasın diye evlenmişlerdi. Kendisine bir erkek vermedi bi türlü. Sara, geceden memeleri dolmuş hayvanları kuruyana kadar sağarken, İbrahim kuyudan su çekti. Elindeki tasla kovadan su alıp eline döküp, yüzüne ve boynuna sürdü. Çadıra dönerken saranın da işi bitmisti. Hemen süt kaynattı. Kendisi de bir parça ekmek çıkardı beze sarılmış erzağın içinden. Deri bir tulumdan biraz da peynir aldı koydu ekmeğinin arasına ve sütle yedi.

Sonra dönüp Sara,ya “ben bugun pazara gideceğim. Iki koyun satıp öteberi alacağım, sen bişey istiyor musun?” Dedi. Sara gayri ihtiyari “biraz kumaş al gelirken. Birde hurma getir!

Önüne iki koyun alıp kentin pazar yerine doğru ilerledi. Yolda sürekli düşünürdü. Bu sefil hayatını, yaşadığı sıkıntıları, bir evlat alamamayı düşündü. Acaba hangi tanrı kendisine nefret duyuyordu?. Oysa hepsine ne hedileyer sunmuştu.

“Bu insanlar bu kadar tanrı varken nasıl kavga etmiyorlar? diye düşündü.

“Hepsinden nefret ediyorum” diye düşündü. Kendisinin bir oğlu yoktu ama onların tanrıları hepsine çocuklar vermişti. İnsan içine çıkacak itibarı kalmadı. Önünde bulduğu otu yiyen koyna tekme attı öfkesinden.

Sonra diğer tanrılara küfür etti. O kadar çok nefret ediyordu ki, eline bişey geçse bütün hepsini kıracak, parçalayacak, yakacaktı.

Düşündü sonra. Aklına bir fikir geldi. Onlardan daha güçlü, daha büyük bir tanrı lazım bana dedi. O tanrılar madem kendisine bir evlat vermemişlerdi, o zaman kendi kulları tarafından onları yok edecekti.

Giderken güneşe baktı. Bu tanrıyı nasıl yenerim dedi ve geceleri bu tanrı yokken kimse bunu tercih etmezdi.

Ay keza yine öyle. “Zaten inanmıyorum ona da” dedi.

Dağlara baktı.

Bulutlara baktı.

Yere düsen yağmuru düşündü. Bunların hepsi de caresizdi onun gözünde. O kadar kendisini güçlü hisetti ki, bir anda.

“Tanrı benim!

“Ben kendimi buldum”

Tanrı kendisiyle konuşan kendisiydi. Tanrı onun beyninin içindeydi. Kendisine nasihat veren, yol gösteren biri vardı düşüncesinde.

Sonra bu tanrı felaket olacaktı herkesin başına.

Çünkü, kimse ona tokunamayacaktı.

Kimse onu göremeyecekti.

Kimse onunla konusamayacaktı.

Kimsenin dokunamadığı bir tanrıyı kim yok edebilir? Onların tanrıları bile çaresizdi ve birgün o tanrıyı bulmak için herkes kendisinin kapısına gelecekti. Herkes ona saygı duyacaktı.

Kente girerken güneş tepeye varmıştı. Baktı kalabalığa ve sonra kent meydanında ki putlara. Sinsi planını kafasında son bir kez tasarladı ve insanların en kalabalık olduğu bir yerde yuksekce bir duvarın üzerine çıktı. Koyunları kalabalıkta kaybolurken o bunu umursamadı.

Herkes ona bakıyordu.

“Delirdi herhalde” dediler iclerinden

Sonra sağ elini havaya kaldırıp seslendi kalabalığa.

“Ahali! Size herseyin sahibi rabbin adıyla sesleniyorum. imam hatipler kapatılsın”

Gören Erdoğan

Bu yazıyı paylaşmak ister misin?