Bir ağaç olmak

Ben bir ağaç olsaydım ne olurdum düşüncesi her zaman çınar ağacı olmayı çağrıştırmıştır. Hatta öyle ki yapraklarını ve kendisini bilmediğim bu ağaçla içten içe bir bağım var gibi geliyor. Çınar ağacını anlatmaya başlamadan önce bir ağaç olsaydım ne olmak isterdim diye düşündüm ve tabi ilk iş olarak google’dan araştırma yaptım, Sekoya denen bir ağaç var devasa büyüklükte ve dünyanın derinliklerine kadar kök salmış ve gökyüzüne dokunan heybetiyle dünyanın en büyük ağacı imiş birden sekoya ağacı olmanın güzelliğine sarıldım araştırdım, okudum izledim, binlerce yıllık ömürlerinin olduğunu gördüm devasa varlıkları ile dünya ile gökyüzü arasındaki mesafeleri kısalttığını ve sizi iki alem arasında bağladığını ve iki yere de ait hissettirdiğini gördüm. Bunları okurken sekoya ağacı için yapılan bir tanım dikkatimi çekti, “Odunundan 5 milyar adet kibrit yapmak mümkündür.” Böyle tanımlamış vikipedia’da ağacı anlatan arkadaş… Sanırım bana içimdeki ateşten bir haber misin der gibiydi yani ağaçtan neden kibrit yapmayı düşünür ki bir insan. Ucuna da barutlar ekleyip ateş yakacaksın ve sohbetlerde aklıma geldi birden içimdeki ateşi harlandırmak gerekiyor ve evren kocaman bir ağaçtan 5 milyar kibrit yapıp beni yakmaya çalışıyor.

Evet bir ağaç olmak isteseydim çınar ağacı olurdumun sebeplerini düşünürken ağacın özelliklerine baktım biliyorum yine duygudan kaçıyorsun diyeceksin ama bu sefer merak ettim dünyanın en büyük ağacı hangisi ve ne özellikleri var diye ve ardından yıllardır bir ağaç olsaydım çınar olurdum sözünün ardındaki yatan nedeni görmek istedim. Çınar ağacı nehir kenarlarında yetişen ve gölgesinden faydalanılan bir ağaç imiş, kolay büyürmüş, içi çürüse de o uzun yıllar yaşayacak kadar dayanıklı imiş, her yerde büyürmüş, özellikle şehirlerde yol kenarlarına dikilirmiş çünkü tozdan ve gazdan etkilenmezmiş, hatta gövdesi bu gazları içine çekip kabuğunu güçlü kılarmış ve şehrin içindeki biriken negatifi de temizlermiş. Yaprakları da tozdan etkilenmediğinden yeşil kalırmış. Bir anda bu ne oldum. Hayatımın özetinden öte idi bu tanımlar. Düşüm bir nehir kenarında bir dağ köyünde ya da bir ege sahil kasabasında fakat sahile değil dağa yakın bir yerde ağaçların bol olduğu ve derin bir sükunetin olduğu ağaçtan bir evde yaşamak idi. O evde benim şifa seanslarımda olurdu bunu da hatırladım birden şifa verdiğim ev tamda böyle bir mekanda idi demek ki ağacın, ateşin, toprağın bir araya gelip beni gerçekten yakması gerekiyormuş ya onu da böylece anlamış oldum.

Bir ağaç olmak

Ağaç olmak, ilk bakışta kökleri, dalları, gövdesi geldi aklıma. Bir ağaç işte dünyaya kök salmış, yaşama güzellik katan. Bir anda değersizleşti insanlara gölge yapan, insanlara hizmet eden, insanlara tabi olan, insanların kestiği, biçtiği, yaktığı ve yıktığı ağaçlar… Bunları dile getirirken karşımda onlarca ağaç bana bakıyorlardı, yaprakları rengarenk ve her biri o parkın içinde tek başınaydılar. Aynı cinsten iki ağaç yoktu yan yana duran sanırım insanlarda yan yana durduklarında sadece insan kavramı ile birlikte görünüyorlar oysa her biri tek başına başka bir türün yansıması hayatın içinde. Ben bir ağaç olma fikrini sevmedim nedense ağır ve uzun bir yol gibi geldi. Bu sözcükleri yazarken bu seferde onlarca kuş ağaçların üzerinde dolaşmaya başladı. Başka hayatlar var Murat der gibiydiler bir anda. Uyan ve kendine gel sadece insanlara ait değil bu dünya ve sen de o insanlardan değilsin. İnsan olmak ister misin? Sanırım reddettiğim şey bu insan olmak. Bu yüzden varlığın bütününden kopup gidiyorum. Bir ağaç gibi tek ve hür bir orman gibi kardeşçesine sözündeki orman ve kardeşlik kavramından çok ama çok uzaklarda bir ağaç gibi tek ve hür kalıyorum.

Bir ağacın kökleri dünyaya kök salıyor çünkü bedenlenmek için güç almak için, beslenmek için dünyanın içine kadar uzanıp oradan kendisine paylar alması gerekiyor. Ben kök salmaktan korktuğum için mi yoksa bu dünyaya kök salmak bana zor geldiği için mi belki de bu dünyayı geçici gördüğümden midir bilinmez kök salmaktansa o ağacın yaprağı olup gitmek fikrine daha yakın hissediyorum kendimi. Kökler ağacın dünyadaki kalıcılığını da simgeliyor, ne kadar güçlü ise o kadar sağlam duruyor hayata karşı, rüzgarlara, fırtınalara, geceye ve gündüze, sıcağa ve soğuğa, insana ve insana karşı bu duruşu güçlendiriyor kökün sağlam olması. Sonra gövdesi geliyor ağaç yaşken eğilir sözünden ayrıştırarak ağaç gerçekten gövdesi ile ben varım diyor yaşamda ve o kendi gövdesi ile barışık büyüyor serpiliyor ve yeşeriyor dalları ile bütünselleşip özünden geleni dışına yani yapraklarına yansıtıyor. Yaprakları bütün dünyanın ışığını alıp dallardan gövdeye, gövdeden köke kadar ulaştırıyor aslında bir alışveriş var içten içe süregelen.

Dışarıdaki içeriye içerideki dışarıya veriyor elinde olan ne varsa… Biri toprağın diğeri göklerin enerjisini toplayıp kendisine sunuyor. Aslında aşağıdaki ile yukarıdaki ve yukarıdaki ile aşağıdaki bir oluyor bu yaşamda. Benim gözden kaçırdığım ise ağaç olsaydım yersiz yurtsuz oluşumdu. Yapraklarım, dallarım, gövdem, köklerim. Hangi coğrafyada kalırdım bir dağ köyü idi evet fakat şehirde de yaşıyordu. Dağı özlüyordu evet ama şehirde yaşamak gerekti. Gidecekti fakat kökleri diye bildiği her şey burada idi ve şehir ona zindan haline dönüyordu. Bu ağacı her nerede ise oraya ait hissettirmek gerekiyordu ve bunun da yolu yine topraktan geçiyordu.

Bu yazıyı paylaşmak ister misin?