mahalle maçı

Mahalle maçında

Topu kaleye doğru sürüyordum. Kaleye yaklaştığımı gören Erhan öne doğru hamle yaptı. Boşa çıktı. Artık önümde kaleciden başka hiç bir rakip oyuncu kalmamıştı. İki seçeneğim vardı ya o topu Erhan’a atacaktım ya da kendi golümü atacaktım.

Bu golü ben atmak zorundaydım. Bu güne kadarki bütün maçlarda bu son pozisyonda Erhan’a pas vermekten, onun boş kaleye golü atıp sanki bütün işi kendi yapmış gibi sevinip gerinmesinden nefret ediyordum.  Ama Erhan ısrarla topu istiyordu: Atsana  hadi, boşum amına koyim at şu topu. Atsana lan göt. Erhan, iri yarı bizim yaşlarımıza göre uzun boylu ve korkutucu bir çocuktu. Ve Erhan’ı oldum olası sevmezdim. Ağzı çok bozuktur. Annem her defasında onunla oynamamı yasaklıyordu. Erhan’la oynaya oynaya sende küfürbaz olup çıkacaksın başıma diye söylenirdi. Ama mahalle maçlarında Erhan hep en iyi oyuncumuz olurdu. En çok golü ve en iyi çalımları o atardı. Mahalledeki kızlar oyun oynayacaklarında hep onu çağırırdı. Kızlara yanaşmamın ve mahalle maçlarında takımda yer almamın Erhan’la iyi geçinmekten başka yolu yoktu. Yani kısacası  şu an Erhan’ı sevmiyor olmam bu pası ona vermeyeceğim anlamına gelmiyordu. O golü Erhan atmalıydı.

Top ayağımda kaleciye doğru ilerlerken ona pası atmasam ve golü kaçırsam ne olur diye düşünüyordum. Bu kısa zaman içinde kaleci öne çıkıştı ve ben daha ne olduğunu anlamadan topu eliyle ayağımdan aldı. Erhan çıldırmıştı. Boğazını yırtarcasına bağırıyordu: “Niye atmıyorsun lannn, amına koyim seninnn”… Ezanın okunmasına çok az bir süre kalmıştı çünkü hava iyice kararmış ve sokak lambaları yanmaya başlamıştı. Hiç birimiz saat kullanmıyorduk. Kızlara ve bize hava atmak dışında takanlar hariç tabi. Güneşin doğması yada havanın kararması ne yapmamızı söyleyen bir haberciydi. Erhan yırtınırken kaleci topu degajladı. Ama ne degaj ! Top bizim kalenin önüne düştü. O yaştaki bir çocuktan böyle bir güç beklemek olanaksızdı. Sanki o gün o vuruşu yapmak için hazırlanmıştı kaleci. Erhan kalecinin vuruşunu görünce ağzı açık beklemeye başladı. Bu maç onun için başka bir önem taşıyordu. Çünkü aşık olduğu kızın abisi karşı takımdaydı. Biz maçı kazanınca hem kızın abisini yendiği için hem de yine maç kazandığı için kızın gönlünü çalacağına inanıyordu.

mahalle maçı

 

Bizim kaleci Ahmet mahallenin en kilolu çocuğuydu. Zaten hep bu yüzden kaleye geçirirlerdi onu. Hem oyunu yavaşlatmasın diye hem de kalede büyük yer tutup rakip oyunculara psikolojik üstünlük kursun diye. Ahmet hamle yapmakta geç kaldı. Karşı takımın oyuncusu – ki tesadüfe bakın ki bu Erhan’nın aşık olduğu kızı abisiydi – yerde bir defa sekip yükselen topa kafayı çaktı. Öne doğru henüz birkaç adım atmış olan Ahmet’in üstünden aşan top gol oldu. İşte şimdi hapı yuttum diye düşünüyordum. Erhan bağırarak üstüme doğru geliyordu. “Lannn amına koduğummm, sana topu at dedimmm, niye atmıyonnn. Senin yüzünden yenildik, karı gibi oynuyorsun, top musun lan sennn, top musunnn?” Erhan yakama yapıştığı gibi kafayı çaktı suratıma, tam gözümün üstüne. Yere düştüm. Kaşım açılmıştı. Kirpiklerimin arasından sızıp dudaklarıma doğru sıcak sıcak akıyordu kan. Kendi mahallemin çocuğundan dayak yemiştim. Erhan kızın abisine doğru gururla baktı. O an yıllar sonra birçok kez karşılaşacağım o bakışla ilk kez tanıştım. Kendi mahallesinin çocuğunu dövmüş olsa dahi kazanmış olmanın o delici bakışları…

Belki de sadece güçlü olduğunu kanıtlamış olmanın gururu vardı Erhan’da, bilemezdim. Takımımdan kimse yardım etmedi. Ayağa kalktım. Diğer mahallenin çocukları maçı kazanmış olmanın sevinciyle , Salih oğlum ne goldü be, Son dakkada iyi çaktın, zaten hiç sevmiyorum bu mahallenin çocuklarını, hele o kafayı yiyen çocuk var ya, o nasıl birşey öyle, ibne midir nedir, kız gibi oğlum, diye konuşarak uzaklaşıyorlardı. Bizim çocuklarda yenilmiş olmanın acısını beni yalnız bırakarak çıkardılar. Hepsi Erhan’ın etrafına toplanıp sessizce evlerine doğru yürümeye başladı. Şimdi ben ve topum, ayakta, sarı sokak lambasının altında birbirimize bakıyorduk. Yer çekiminin etkisiyle bedenimi terk etmeye uğraşan kanlar asfalta düştüğü anda gecenin karanlığıyla aynı rengi alıyordu.

Topumu aldım, koltuğumun altına sıkıştırdım. Bir topa sahip olmanın mahallede kazandırdığı ayrıcalığı hiç kazanamamıştım. Çünkü her isteyene topumu verir kimseyi oyun dışında bırakmak istemezdim. Ama Erhan beni topa benzetmişti. Diğer mahallenin çocukları ibne demişti. Bunlar muhakkak kötü şeyler olmalıydı. Öğrenmeliydim. Elimin tersiyle dudaklarımın üstünde artık kurumaya başlamış olan kanı yavaşça sildim. Ezan okunmaya başlamıştı. Annem çağırmadan evde olmalıydım. Evin bahçe kapısını kapattım. Ezan okunurken zile basamazdım. Oturdum ve koltuğumun altındaki topa olan benzerliğimle beraber ezanın bitmesini bekledim… ”

 

Çağrı Kundakçı

Bu yazıyı paylaşmak ister misin?