Sendeki “sen”in yolculuğuna hazır mısın

Evrensel tatil gününü, pazar gününü tatil ünvanını hak ettirecek şekilde, ne yaparak geçirdiğini merak ediyorum…

Evde amaçsız oturarak, miskinliğin miskinliği çağırdığı bir boşvermişlikle mi geçirdin… Yoksa, seni “sen” olarak betimleyecek, sana kendini iyi hissettireceklerin bilinçli hakimiyetinde olarak, tercihlerinden birini mi gerçekleştirdin…

Gittiğin restorandaki kalabalık menüden, seçmekle yükümlü olduğun bir yiyeceği belirlemedeki sıkıntı gibi, haftanın bu tek tatil gününde ne yapacağını bilememenin sıkıntısını yaşadığını hissediyorum… Aslında iş yoğunluğuyla geçen bir haftanın sonunda kendine zaman yaratarak bazı küçük içsel yolculuklar yapmaya ihtiyacın varken, tek yolculuğun; kahvaltıya taze ekmek ve gazete almak için bakkala kadar gitmek, ya da çocukların, eşin dostun ısrarcı isteklerine karşı koyacak gücü bulamayarak öğlen trafiğinde yine ve yeniden yollara düşmek… Tüm bunlara rağmen, sürüklenerek bile katılsan yaşamın bir yerine , içinde bulunduğun ANda “sen”le bir yolculuğa çıkma şansın hala var…Yeter ki iste ve fark et bu yolculuğun gerekliliğini…

Diyeceksin ki, bu kadar ahkamdan sonra;  “sen ne yaptın ? ”
Yaslan arkana güzel yürek, anlatayım sana…

 Adapazarı… Karasu ‘dayım… Hızlı akan su’da… Gözüpek Kuvay-i Milliyeci, Atatürk’ün karşısına çıkabilmiş, hiç çocuğu olmamış, yelkenlisiyle boğazı arşınlamış İpsiz Recep’in mahallesi olan Yenimahalle’deyim… Nehrin denize kavuştuğu, akmaktan yorulup da dinginliğe ihtiyaç duyduğu noktadayım… Buradaki martılar da burası gibi küçük, beyaz, sevimli, yaşanmışlıkla eskimiş balıkçı teknelerinin yanında, tek bir karabatakla günün dedikodularını yapıyorlar… Ama büyük şehirdeki gibi değil… Bir hengame yok burada… Günlük, sıradan ve öyle olduğu için de huzurlu, hırssız, kinayesiz sohbetler bunlar… Güneş nasıl güzel, nasıl parlıyor ve parlatıyor sarı saçlarımı ışıldatırken… Köy kahvesi; tavlanın içinde yuvarlanıveren fildişi zarların tıkır tıkır sesleriyle, bezgin ama güleryüzlü ahalinin sabah selamlaşmalarıyla ahenk içinde bir senfoni sergiliyor… Tek bir bulut yok gölgelemeye cesaret edememecesine açık mavi gökyüzünde… Bal renginin vizona eşlik ettiği tüylerini itina ile yalayan kedi ile uygunsuz iki cinsin çiftleşmesi sonucu olan köpek ise dostça geriniyorlar, zemindeki ahşabın güneşle ısınmış yerinde… Tatil de olsa, güneş de olsa, abur cubur bir şeyler alma parası için el öpüp koşuşturan çocukların cıvıltıları da sarsa sokakları, sela okunmakta bir mahzur görmüyor… Her zamanki sükunetle bir ayrılışı ya da bir kavuşmayı haber veriyor; pembe tomurcukların uç verdiği dallara, aralarında yosun parçalarının sarktığı solmuş ağlara, üzerinde kimbilir ne zaman dökülmüş olan demli çayın lekesiyle kareli masa örtüsüne, tırsının avlandığı teknelerin tutmaktan aşınmış dümenlerine rağmen…

Bendeki “ben”in yolculuğu bu… Patlamalarla devam ediyor bazı bazı… Tıpkı kahvaltıda getirdikleri sahanda yumurtanın sarısının, taze köy ekmeğinin bir parçasıyla bandığımda, patlayıp, akacağı yerin belli olmaması gibi…Her yere, her şekilde, her lezzette…

Yüreğinin, aklının “tercümanı” olması dileğimle…

Jade Tired

Bu yazıyı paylaşmak ister misin?