Huzurumuz Kalmadı

Huzurum(uz) Kalmadı

Huzurumuz kalmadı

Şu sıralar gündemi takip etmemeye çalışıyorum. Böyle kişilere de hep sinir olmuşumdur; “Devekuşu gibi kafayı kuma gömmenin ne faydası var” diyerek. Lakin ben de artık o sinir olduğum kişilere benzemeye başladım. Haberleri izlememeye çalışıyorum. Sosyal medyada bir şey gördüğümde üzerine durmamaya çalışıyorum. Peki, başarılı olabiliyor muyum? Hayır. O insanlara sorasım var, nasıl yapabiliyorlar bunu? Ben haftalardır deniyorum, olmuyor. En çok da referandum sürecinin yarattığı o gergin ortam yüzünden zaten kaçamıyorum. Televizyonda kaçsam, sosyal medyada kaçsam sokakta karşıma çıkıyor. Örneğin biri tercihinin nedenlerini sıralıyor ama saydıkları şeylerin arasından bir tanesini bile “neden” olarak ortaya sunmak ne akla, ne mantığa sığar. Bir yanda belden aşağı vurmalar var ki, insanın sinirleri zıplıyor. Çıkıp “sokaklarda olacağız” diyerek tehdit edeni de var, ellerinde tabancayla fotoğraf çekip tehdit mesajıyla sosyal medyada paylaşanlar da var. Bir hoca çıkıyor, programda “hayır” demeyi şeytanlıkla bağdaştırıyor. Bu süreçte en üzüldüğüm şeylerden biriyse İrfan Değirmenci’nin (benim görüşüme göre) hiç hak etmediği halde işine son verilmesi oldu. Hatta siyasilerin bile ileri gittiği bir ortamdan söz ediyoruz. Hakaretler, çok ağır suçlamalar havada uçuşuyor. Halkın seçtiği büyük abilerimizden bunu görünce halkın yaptıkları ne kadar şaşırtıyor sizleri?

En büyük kavgalar “aşk” için değil de, siyaset için yapılıyor artık. Sevgilisine hakaret etseler gülecek olan tiplerin, sırf desteklediği parti için kabadayı hatta psikopat kesildiğini görüyoruz. Ben, her şeyin abartısına karşı biri olarak artık şaşkınlıkla izliyorum. Tuttuğu takım için gaza gelip insan dövmek kadar şuursuz bir davranış. Hiçbir şeyin dozu, ayarı kalmadı. Sevgiyi doruklarda yaşasak, saygıyı iliklerimize kadar hissetsek, insanları ayrıştırmasak, etiketlemesek sonuç bambaşka olacak. Birbirimize hakaret etmek, kavgaya girişmek, aşağılamak yerine saygılı konuşmayı bir hatırlasak bir şeyler çözülecek. Hiçbir şeyi körü körüne savunmayıp, gerçek nedenlerin arkasında durabilsek; sırf bir isim “şunu yapın” diyor diye bir şey yapmasak? Düşünsek, sorgulasak, bizzat kendi aklımızla hareket etsek? Zira eminim ki herkesin aklı kendine yetecektir. Araştırmayı öğrensek? Bize sunulanla yetinmesek? “A, ama bilmem kim söylediyse kesin doğru olan budur” demek yerine en tarafsız halimizle bir durup kontrol etsek. Bazı şeylerin dönüşü mümkün olmayabiliyor.
Şahsen yazımın adına “huzurum kalmadı” dememin bir kısım nedenlerini şu ana kadar anlattım. Bu konuda yalnız olduğumu da düşünmüyorum. Ülke olarak ne kadar huzurumuz kaldı elimizde? Şahsen benim elimde kalan bana yetmiyor, başkasına da sormaya utanıyorum. Ülkenin siyaset ve rejim değişikliği istemi haricindeki gündemi de kişiyi insan olduğuna utandırır halde. Şiddet, kavga, istismar, ölüm… Bunları tek tek açmak istemiyorum, zaten her başlıktan bir şeyler aklınıza gelecektir, eminim.
İşte bu gündeme daldığında insan, bir şeyler rahatsız ediyor. Film izlerken, şarkı dinlerken, gülerken rahatsız oluyorsun artık. Aklına ölen küçücük bir çocuk geliyor, oğlunu şehit veren bir annenin çığlıklarını duyuyorsun; sırf siyasi nedenlerle insanın insanı kırdığını, hatta sırf özgür iradesiyle verdiği kararı belirtti diye işine son verilenleri, adaletin çatırdayarak yıkılmaya başladığını da görüyorsun.
Beni en son çıldırtan şeyse birleştirici gücü olan, insanın zihnini açan, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de en önem verdiği şeyler arasında belki de en başlarda olan sanat ve sanatçıya karşı yapılan saldırı. Sosyal medya üzerinden birbirine hakaret eden, her şeyi bayağı yaşayan ve düğün evi tefçisi, ölüm evi yasçısı kesimden söz etmiyorum. Program sunup, sunduğu programda kendi kendine gaza gelen ve coşanlardan da bahsetmiyorum. Zaten artık “sanatçı” kelimesinin de içini boşaltmaya çalışıyorlar, bunu bilahare yazmak istiyorum. Ben burada, geçtiğimiz günlerde, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin kundaklanmasından bahsediyorum. Müjdat Gezen, mesleğine, sanata yıllarını vermiş, sözünü esirgemeyen sanatçılarımızdan biri. İşte artık toplum bu korkmamayı, sözünü esirgememeyi sevmiyor. Şahsın biri de gidip (eminim ki tamamen kendi özgür iradesiyle karar veriyor) Müjdat Gezen’in 1991 yılında kurduğu ve başarılı bir eğitim geçmişi olan Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin binasını kundaklıyor. Sonrasında kim olduğu bulununca tutuklanıyor, mahkemeye çıkarılıyor, çıktığı mahkeme tarafınca serbest bırakılıyor.

Huzurumuz Kalmadı

Günümüzde bu tür olaylar sosyal medyada hızlıca yayıldığı için tepkiler artıyor. (Daha önce şiddet olaylarında da benzeri yanlış kararlardan bu sayede dönüldüğü olmuştu, sonra tabi gelsin internet yavaşlatmaları, sansürler, site yasaklamaları) Tabi her şeyi buna bağlamamak lazım. Tepkilerin etkisinin olduğuna inancım tam olsa da, soruşturma savcılığının da inat edip üst mahkemeye de çıkması da takdire şayan. Sanata, sanatçıya yapılan her saldırı rahatsız edicidir. Hatta her saldırı, hoşgörüsüzlük, şiddet ve barbarlık rahatsız edicidir. Umuyorum insanlar dolduruşa gelmek, zihin gücünü kullanmayı es geçip saldırganca davranmak gibi şeyleri kenara bırakır. Umarım güzel ülkem insanı artık toparlanır. Yoksa gidişat hiç iyi değil. Bu öfke, bu hırs, bu kin, bu nefret hiç kimseye fayda sağlamaz. Bölünmek, kavga etmek, kardeşin kardeşi harcaması da ona keza. Umuyorum huzur artık yok olmak yerine daha çok artar. Aksi halde sonumuz feci. Örneklerini görmek isteyenlerin tarih sayfalarını aralamalarında fayda var.

Oğuzhan GÜRGEN

Bu yazıyı paylaşmak ister misin?