O kristalleri neden kırdım?

Beni tanıyanlar, küçüklüğümü bilenler ile bir araya geldiğimizde konuşulan ve bana dair hatırlanan en baskın özelliğimdi yaramazlığım. Anlata anlata bitiremezler.

Ben ise onları dinlerken yüzüme giydirdiğim tebessümün altında bambaşka duygular yaşadığımı daha yeni farkına vardım. Sürekli göz göre göre kırdığım değerli kristaller, balkondan aşağı boca ettiğim paralar, istediğim bir şey yapılmadığında debelenerek attığım çığlıklar, zarar verdiğim oyuncaklar konuşulur dururdu.

Bu kadar yaramaz tabir edilen ben’in bunları farkında ve bilakis yapmasının bir açıklaması olmalıydı. Vardı da… Hatırlıyordum. Her bir yaramazlık nitelemesinin ayrı bir hikayesi vardı halbuki. “Neden” diye soran olmadı. “Bir çocuk büyürken ne ister?” diye düşündüm. Ben büyürken istediğim konfor ve anlayışa sahip olduğum halde mi böyle davranıyordum? Bu kritik bir soruydu. Mutlaka bir açıklaması olmalıydı.

Içimde ki çocuğa dönüp, tüm bunlarla ilgili konuşmak istediğimde ve sorduğumda inanılmaz bir öfke ile karşılaştım. Tüm bu ithamları sadece dinleyebiliyor, ancak kendisini savunamıyor olmak öfke obezitesi yaşatıyordu.

Sanırım çocukların yaramaz olarak nitelenmesi anne ve babaların yüksek otorite kurması ile ilintili. Dünyaya gelen her bir birey maksimum özgürlük duygusu ile doğar. Ancak koşullandırmalar, sınırlar ve adına öğreti denen esaret dersleri insanın doğasını bozar. Kesinlikle böyle hissediyorum. Düşünüyorum da, dikte edilmiş hiç bir öğretiyi öğrendiğim için memnuniyet duymadım. Teorize yüklenen hiç bir bilgiyi de hayat içerisinde kullanmadım. Zaten hep unuttum. Ancak pratize edilmiş bilgiyi hem görsel hem duyusal anlamda içselleştirebildim. Deneyimlemeden tecrübe sahibi olamadım. Bu zaten mümkün değil. Beni ben yapacak değer, eğer benim zarar göreceğimi düşündükleri şey ise ben onu deneyimlemeliyim.

Anneler ve babalar belki günlük hayatta hiç yapmadıkları ve örnek duruş sergilemedikleri çok şeyi çocuklarına yüklemeye çalışıyorlar ve onlardan görme beklentisine giriyorlar. Böyle bir eğitimi zihniyetim hep yok saymıştır. Birşeye hayır diyerek sınırlandırmak, çocuğun nedenini bilmediği bir “hayır” ifadesine sempati kazandırmaz. Neden “hayır” olduğunun açıklanması ile bütünlük kazanır. O nedeni açıklanmayan hayırlar kristalleri de kırdırır, oyuncakları da imha ettirir. Çünkü çocuk bilmediği ve anlam veremediği için öfke krizi geçirir. Onlara nedenleri sorgulama alanı yaratmak her ebeveynin kutsal vazifesi olmalıdır. Sorgulamaya kapatılan eğitimler nedeniyle yaşıyoruz şu an içinde olduğumuz kavgalı sistemi.

Işimize geleni “doğru” ve işimize geleni “yanlış” olarak nitelediğimiz bir hayatın sahibiyiz. Dolayısı ile doğru ve yanlış yok. Her doğum, bir ruh çağırma ayini gibidir. O ayinin kutsallığı, farkındasızlıkla perdelenmemeli. Çocuğun doğasını bozmadan onun varlığını tanıyacak, anlayacak, kabul edecek ve destekleyecek frekansı yakalayıp köle değil, birey yetiştirmek olmalıdır amaç. Doğuştan sahip olduğu değerler korunmalı ve O’nun kendisinde eksiklik olarak görüp tamamlamak istediği alanlar farkedilip gereken destek ile yanında olunmalıdır.

Etkisiz tepki olmaz. Ve çocukların saf bilgeliğini çözmek, onu yüceltmek gerek. Duygularını öğrenmek, o güzelliği anlayışla büyütmek gerek…

Soruyorum şimdi. Aslı’nın tasvir edilebileceği tek ifade “yaramaz” olması mıydı? Aslı o kristalleri neden kırdı?

Bu yazıyı paylaşmak ister misin?