Muntazam bir muazzam

Sigara ve alkol yeterince tüketilmiş, yüzlerce kitap okunmuş, nice acı hikâyeler edinilmiş, düşmüş kalkmış, kalkmış tekrar düşülmüş, sıfırdan başlayıp yükselmekte ve yüksekten ani bir kararla tekrar çakılmakta üstüne olmayan, müthiş sevmeler ve terk edilişler yaşamış, şahane kadınlarla acayip ihtişamlı seksler yaşamış, iyi kötü bir çevresi olan hayatımın, idare ve yönetimi konusunda başarısız olduğum gerçeği ile yüzleştim ve hayatım bedelsiz olarak kiralıktır,” diye ilan verdim.

Gerçekten bu kâinatın temposu beni yormuş ve alkol almak, sevişmek ve sigara içek dışında bir şey yapamıyordum. Sürekli bir birini takip eden günün aynısı bugünü yaşayan bir hava içinde hayatımı gereksiz yere ziyan ettiğimi düşünüyordum. Çünkü yerimde kim olsa bu imkânlar dâhilinde hayatımı benden daha iyi yönetecek biri olduğuna emindim. Çok geçmeden telefonlar gelmeye başladı. Şımarık zengin piçlerinden tutun da holding yöneticilerine varana dek kimler aramadı ki… Fakat hayatımı kiralayacağım kişiden beklediğim tek özellik; hayatımı benden daha iyi yönetebilme becerisiydi. Bu hayatın tek bir saatini bile boşa harcamadan, dolu dolu geçirmesiydi günleri, peşi sıra…

Gece saat üç sularında aşırı alkollü olduğum bir zamanda (genelde bu saatlerde aşırı alkollü olurum) telefonum çaldı.

“Evet.”

“Muazzam Yorgun’la mı görüşüyorum?”

“Evet, dinliyorum.”

“Gazetede ilanınızı gördüm. Sizinle görüşmek istiyorum.”

“Niye?”

“Gazeteye ilan vermişsiniz, ben de talibim işte!”

“Hayır, neden hayatımı yönetmek istiyorsun?”

“Çünkü iyi bir hayatım var ve bunu iyi değerlendiriyorum. Belli ki siz bu konuda başarısız birisiniz. Size yardımcı olabileceğimi düşünüyorum. Zaten biz insanlar el ele verip bir birimize yardımcı olmazsak, dünyanın bu boktanlığı ile nasıl baş ederiz değil mi?”

“İyi gel, al beni. Adresi mesajla atıyorum.”

Aradan iki buçuk saat geçtiğinde içki içtiğim barın önüne kırmızı bir vosvos yanaştı. İçinden inecek marjinal bir tip beklerken, gayet sıradan, sade görünümlü, sarışın, 168 boylarında, zayıf, iri kahverengi gözleri olan, şık ve bir o kadar kendinden emin bir kadın indi. Barın camları filmle kaplı olduğundan dışarıdan içerisi görünmüyordu. Bu rahatlıkla dışarıdan içeri girene kadar kadını süzdüm. Hayır demek için ufacık bir kusur aradım. Ne yazık ki yoktu. Barda toplasalar on kişi yoktu. Barın içinde duran Bezgin’e yaklaşıp “Muazzam Bey’e bakmıştım,”dedi. Bezgin kafasıyla beni gösterdi.

“Selam ben Mükâfat…”

“Otur bir şeyler iç.”

“Hayır.”

“Hayır mı?”

“Evet… Hayır!”

“Evet, mi hayır mı bir karar ver,” derken Bezgin’in doldurduğu kadehin içindeki beyaz içkiyi mideme boşalttım. Elimden kadehi alıp siyah bankonun üzerine bırakarak,

“Bana bak! Muazzam mısın münafık mısın ne zıkkımsın, seni bilmem ama benim kaybedecek vaktim yok! Eğer o gazete ilanında ciddiysen, şartları konuşalım. Anlaşırsak beraber, anlaşamazsak ayrı ayrı devam edelim yolumuza.”

“İyi hadi gidelim,” dedim.

“Şartlar peki?”

“Gerek yok, gidiyor muyuz?”

Bardan çıkıp kırmızı vosvosa bindiğimizde Mükafat’nun görünüşü kadar hiç de sıradan olmadığını anlamıştım.

“Ölmeden önce görmek istediğin bir yer var mı?”

“Niye, beni öldürecek misin?”

“Eğer bir gün katil olursam, bu seni öldürerek olmaz.”

“Sebep?”

“Baksana içine etmişsin hayatının. Ben bir hayatı bitireceksem, çok değerli bir hayat olmalı.”

“Babaannemin mezarı,” diyebildim.

“Nerede?”

“Eskişehir.”

“İyi, gitmişken çiğ börek de yeriz.”

Sesindeki kararlılıktan Eskişehir’e doğru yola çıktığımızı anlamıştım. Ceketimin sol yan cebinde duran tütün tabakamı çıkarıp dizimde açtım. Watson marka yapışkanlı çarşafa bir tutam tütün koymak için elime aldığımda, kucağımdan tabakayı alıp camdan dışarı attı.

“Ne yapıyorsun?”

“Hayatın artık benim ve onu nasıl yönlendireceğine ben karar veririm. Sigara, alkol, uyuşturucu yok!”

“Hayatımı kiralama fikri acaba boktan bir karar mıydı,” diye düşünmeye başladım. Çünkü yıllardır içinde bulunduğum behlil dünya içinde alkol ve sigaraya öylesine alışmıştım ki Mükâfat sanki tabaka ile birlikte beni de atmıştı arabanın yarıya kadar açılmış camından. Bir yıl diye anlaşmıştık. Bir yıl boyunca hayatım onun ellerinde olacaktı. Yapma dediğini yapmayacak, gel dediğinde gelecek, git dediğinde gidecektim. Dışarıdan bakıldığında programlanmış bir robottan farksız göründüğümün farkındayım. Ama alkol, sigara, uyuşturucu içinde gittiğim tek yerin ikinci sınıf bir bar olduğunu, hayatımı renkli hale getirmek için yaptığım tek şeyin seks olduğunu düşününce öyle değildi. Çünkü bir yıl alkolü sadece özel günlerde içer hale gelmiş, sigaradan ve uyuşturucudan uzaklaşmıştım. Kitaplar okuyor, değişik yerler keşfediyor, görmediğim yerleri görüyor, hatta imkanlar dahilinde olabildiğince etraftaki nimetlerden faydalanıyordum. Tabi Mükâfat ile beraber.

Beni bardan aldığı gün ile bugün arasında tam bir yıl var.

Bir yılım dolu dolu onunla geçmişti. Hiç ayrılmadık. Arada gök gürleyip korktuğunda yanımda yatardı. Yalnız geçirdiği çocukluğundan kalma bir korkuydu. Kimsesizlik içinde geçirdiği çocukluğu ile çok kez yüzleştirmiş ve tanıştırmıştı beni. On beş yaşında şahit olduğu tecavüz girişimi, tanıdığı her erkeğin dostluğu bırakıp aşktan söz etmesi, sonra da ‘yeter artık yoruldum, belki de böylesi daha iyi olur,’ diye yaptığı evlilik… Tabi evliliğin sandığı gibi bir şey olmadığını anlayınca, yakmıştı gemileri. Tasma takmaya benzetiyordu evlilik için atılan imzayı. Bu adamla biz sevişiyoruz demenin yasal yoluydu ona göre. Haklıydı belki de… Evlenmediğim için bilmiyorum. Fakat Mükafat’ın evlendiği adamın yerinde olmayı çok isterdim. Şanslı bir adamdı. Mükafat gibi birine bu coğrafya üzerinde rastlamak mucize gibi bir şeydi ve o adam bir mucize ile evlenmiş ama onda kalmayı başaramamıştı. İyi ki de başaramamıştı. O da ne yapacağını bilmez bir haldeyken, rastlamıştı gazete ilanıma ve o an karar vermişti beni aramaya. Bir gazete ilanıyla da olsa yollarımız kesişmişti işte. Akşam bir restoranda yemek yerken, geçtiğimiz bir yılın üzerinde konuşmak ve yeni kararlarlar almak için görüşecektik. Geçirdiğimiz bir yılın sonunda, yani bugün akşam, bu hayatı sonuna kadar onunla yaşamak istediğimi söyleyecektim ona. Onu sevdiğimden, onsuz bu hayatın bir boka yaramadığından bahsedip onunla olmam gerektiğini anlatacaktım uzun uzun…

Heyecanlıydım. Hayatımda ilk defa bu kadar heyecanlanmıştım. Hele bir kadın sayesinde heyecan yaşamak ne mümkündü hayatımda. Çünkü Mükâfat’tan evvelki hayatımda kadınların yeri en fazla birkaç saatti. Ama Mükâfat bu yargımı da alt üst edip değiştirmişti. Güzelce hazırlanmış, saçımı taramış, rugan ayakkabımın tozunu almıştım. Bir de o gün için 250tl’ye aldığım parfümden sıkmıştım. Daha önce hiç parfüm kullanmayan ben, filmlerdeki gibi parfümü havaya sıkıp yere doğru meyleden kokunun altına girdim. Evden çıkmak için odanın kapısını açtım.

“Hayırdır Muazzam ne bu kılık, bir yere mi gidiyorsun?”

Annemdi. Annemin ne işi vardı bu evde?

“Mükâfat ile buluşacağım da senin ne işin var burada?”

“Oğlum ne diyorsun? Bu evde beraber yaşıyoruz. Sen, ben, baban ve kardeşin Şahane… Ayrıca Mükâfat da kim?”

“Birlikte mi yaşıyoruz? Mükâfat bir yıldır sürekli yanımdaki sarışın güzel kız, nasıl tanımazsın?”

“Oğlum, ne olur iyileş artık. Bir ilerleme olsun kaydet yalvarırım.”

“Anne ne diyorsun anlamıyorum?”

“Oğlum Mükâfat diye biri yok. Kullandığın ilaçlar halüsinasyon görmene neden oluyor. Ne olur mutfağa geç, bir şeyler ye de ilacını al.”

“Hasta mıyım ben? Ne hastası?”

“Muazzam, yavrum etme böyle üzme beni…”

“Ne hastasıyım, dedim!”

“Ağır derecede şizofrensin Muazzam, Mükâfat da bir yalan, senin uydurduğun bir hayal. Bundan önce de Hediye vardı, ondan önce de Mucize… Hepsi hayaldi…”

“Ya babaannem?”

“Ne olmuş babaannene?”

“Ölmedi mi?”

“Ne ölmesi, içeride uyuyor.”

 

Aykut Cansız

Bu yazıyı paylaşmak ister misin?